Geoffrey Lewis'in "Trajik Başarı-Türk Dil Reformu" kitabından notlarımıza devam ediyoruz.
İlk sadeleşme hareketi temsilcileri olarak İbrahim Şinasi (s. 29), Namık Kemal (s. 30), Ziya Paşa (s. 29), Ali Suavi (s. 31), Şemsettin Sami (s. 31), Ahmed Midhat (s. 32), Süleyman Paşa (s. 32), Abdullah Ramiz Paşa (s. 33), Ahmed Cevdet Paşa ve Fuat Efendi (s. 33)'den ve bunların çıkardıkları-yazdıkları dergi ve gazetelerden, yazdıkları eserlerden bahsedilir, bazılarından lisanın sadeleşmesi hakkındaki fikirlerini ifâde eden iktibaslar yapılır.
Bunlardan Ahmed Midhat'tan alınan metin dikkat çekicidir:
En evvel kalem sahiplerine şunu sormak isterim ki, bizim kendimize mahsus bir lisanımız yok mudur Türkistan'da söylenmekte olan Türkçeyi gösterecekler, öyle değil mi Hayır, o lisan bizim lisanımız değildir. Bundan altı yedi asır mukaddem bizim lisanımız idi, fakat şimdi değil. O Türkçe bizim lisanımız olmadığı gibi Arabî ve Farisî dahi lisanımız değildir.
Amma denilecek ki, bizim lisanımız her halde bunlardan haric olamıyor. Haric olamadığı gibi dahilinde de sayılamıyor. Türkistan'dan bir Türk ve Necid'den bir Arap ve Şiraz'dan bir Acem getirsek, edebiyatımızdan en güzel bir parçayı bunlara karşı okusak hangisi anlar Şüphe yok ki hiç birisi anlıyamaz.
Tamam, işte bunlardan hiç birisinin anlıyamadığı lisan bizim lisanımızdır diyelim. Hayır, anı da diyemeyiz. Çünki o parçayı bize okudukları zaman biz de anlayamıyoruz.
Pek a'lâ, ne yapalım Lisansız mı kalalım Hayır, halkımızın kullandığı bir lisan yok mu İşte anı millet lisanı yapalım
Arapça ve Farsça'nın ne kadar izafetleri ve ne kadar sıfatları varsa kaldırıversek, yazdığımız şeyleri bugün yediyüz kişi anlıyabilmekte ise yarın mutlaka yedi bin kişi anlar. (Basiret, 4 Nis. 1871; Levend 1972: 123) (s. 32)
Kamus-i Türkî gibi en mükemmel Türkçe sözlüklerden birini yazmış olan Şemsettin Sami'nin görüşlerini de görmek faydalı olacaktır:
Osmanlı lisanı ta'birini pek de doğru görmüyoruz Asıl bu lisanla mütekellim olan kavmin ismi 'Türk' ve söyledikleri lisanın ismi dahi 'lisan-ı Türkî'dir. Cühelâ-yı avam indinde mezmum addolunan ve yalnız Anadolu köylülerine ıtlak edilmek istenilen bu isim, intisabıyla iftihar olunacak bir büyük ümmetin ismidir. 'Osmanlı' ile 'Türk' isimleri beynindeki nisbet, tıpkı 'Avusturyalı' ve 'Alman' isimleri beynindeki nisbet gibidir. 'Avusturyalı' unvanı Avusturya devletinin taht-ı hâkimesi olan Avusturya Almanlarına ıtlak olunduğu halde, 'Alman' ismi bu ümmet-i azîmenin gerek Avusturya'da, gerekse Prusya ve Almanya'da ve gerek İsviçre ve Rusya ve sair taraflarda bulunan kâffe-i akvam efradına ıtlak olunur. Devlet-i Osmaniye'nin zîr-i tabiiyyetinde bulunan kâffe-i akvam efradına dahi 'Osmanlı' denilüp, 'Türk' ismi ise Adriyatik denizi sevahilinden Çin hududuna ve Sibirya'nın iç taraflarına kadar münteşir olan bir ümmet-i azimenin unvanıdır.. Bunun içün, bu unvan, müstevcib-i fahr u mesâr olmak iktiza eder. Memâlik-i Osmaniyye'de söylenilen lisanların cümlesine 'elsine-i Osmaniyye' denilmek caiz olabilirse de, bunların birine ve hususiyle ekseriyyet-i etrafı bu memâlikin haricinde olup bu devletin teessüsünden çok daha eski bulunan bir lisana 'lisan-ı Osmanî' denilmek tarihe ve ensâb-ı elsineye asla tevafuk etmez