ABD'deki son seçimlerle birlikte gündeme gelen en önemli konulardan biri de dünyada dengelerin yeniden değişmesidir. Bu konuyla ilgili farklı yorumlar yapılıyor ve gördüğümüz kadarıyla hangi görüşte olursa olsun olayları az çok vicdani bakış açısıyla değerlendiren herkes artık bu dünyadaki siyasi dengelerin değişmesini ve emperyalist güçlerin egemenliklerinin son bulmasını arzuluyor.
Aslında değişim tarihi bir gerçekliktir. Ancak siyasi, bölgesel ve küresel etkenlere bağlı olarak bunun mühletinde farklılıklar olabiliyor.
Filistin'de yaşanan son olaylar ve Batı emperyalizminin şartsız bir şekilde desteklediği siyonist vahşetin dünyadaki dengelerin değişmesini hızlandırması ihtimali güçlüdür. Çünkü özellikle son gelişmelerle birlikte bugün dünyaya hükmetmek için birtakım değer ve kavramları istismar eden Batı emperyalizminin bütün bu konulardaki samimiyetsizliği ve ikiyüzlülüğü artık iyice gün yüzüne çıkmıştır.
Bugün dünyada siyasi otoriteleri ellerinde tutanlar beşeri güçlerdir. Bazıları bu güçleri tabulaştırıyor ve küresel çapta bir egemenliğin yenilmez, yıkılmaz bir otorite olduğunu sanıyorlar. Oysa tarihe baktığımız zaman benzeri çok güçlü egemenlikler kurulduğunu ve zaman içinde hepsinin tarihe karıştığını görürüz.
Hz. Musa (a.s.)'nın Firavun'un sarayında yetiştiğini ve ona rağmen tevhid bayrağını açtığını unutmamak gerekir. Aynı şey cahiliye sultasına rağmen Mekke'de yükselen tevhid bayrağı için de söz konusudur. Örnekleri artırmak mümkün.
Tarihte, dünya üzerinde çok büyük beşeri güçler oluşmuş ve geniş toprak alanları üzerinde hâkimiyetler kurmuşlardır. Ancak bugün, sonraki nesillere ibret olacak kalıntılar ve haklarında kitap sayfalarında yer alan bilgiler dışında geriye bir şeylerinin kalmamış olması tüm beşeri güçlerin geçici olması sebebiyledir. Yüce Allah da Kur'an-ı Kerim'de bu günlerin insanlar arasında dönüşümlü olduğunu hatırlatır.
Müslüman halkların bugün içinde olduğu durumun temelinde İslâmî kimlik ve bütünlüklerini kaybetmiş, uluslararası emperyalizmin çeşitli oyunları neticesinde ithal edilen fikri ve ideolojik sapmalara göre şekillenen siyasi sistemlerin esaretine düşmüş olmalarıdır. Bugün bu esaretten kurtularak kendi kimlik ve değerlerine dönmek istiyorlar. Bu değerlerine dönmeleri durumunda bu toplumları birbirinden ayıran ve hatta kardeş olmaları gereken toplumları birbirine düşman yapan ideolojik sapmalardan da kurtulacak, onlardan kurtulmaları durumunda ise aralarına çizilen etnik ya da bölgesel ayrıştırmalara dayalı sınırların geçerliliğinin olmadığını göreceklerdir. Bütün bu sınırların geçerliliğini kaybetmesi durumunda ise İslâm âleminin aslında zayıf ve güçsüz olmadığı, sorunun bütünlüğünü kaybetmiş olmasından kaynaklandığı görülecektir. O zaman sinsi sömürgeci güçlerin ve onların uzaktan kumanda ettiği yerli ihanet çetelerinin zayıflıkları ortaya çıkacak.