Selim Ali'nin bir günü - Ân diyarı (74)

Bugün hiçbir şey yapmadı Selim Ali. Günler geçip gidiyor, dedi, kendi kendine. Elde var hiç.

Albümleri karıştırdı bir ara. İlkokuldan tek bir fotoğrafa uzun uzun daldı. Ağladı belki! Uzaklara bakan bir çocuk vardı ön tarafta. O kendisiydi.

"Günler gelip geçmekteler...

Kuşlar gibi uçmaktalar..."

Eli, babasının o küçük radyosuna gitti. Bir acıklı türkü... Bu, Karac'oğlan olabilir, dedi. Onunmuş; türkünün sonunda adını duydu.

Sitemliydi; kara günlerden düşmemiş kara şair. Kavuşamamış sevdiğine iliştiriyordu közlenmiş sözlerini.

Bildiğimiz Karac-'oğlan; işte bu!

Vaktin geçer; felek de yakasız gömlek biçer, gibi şeyleri derken bir görseydik bu dolu dizgin güzellere âşık şairi de fâniliğin kâğıt gibi yırtılan bir şey olduğunu -hah işte- anlar mıydık!

Dünyanın altından kaydığını ânbeân görüyordu.

"Güz ayları geldi bozuldu bağlar." diyen de kimdi

Ya: "Ne annem var ne babam;

Kalmışım öksüz." diyen

Bu ne kadar ayrılıklı, ölümlü dünya!

İnsanın eli, ayağı bazen işe güce gitmiyorsa bunlar mıydı sebebi; tembellik miydi İkisi de vardı ama dünya dertli dolap gibi durmadan dönüyordu.

Gel gör ki Selim Ali'yi -ihtiyaçların çağırdığı yetmezmiş gibi- dünyaya çağırmayan yoktu.

İşte bir şey yapmadığı halde geçip gidiyordu gün.

Kütüphaneye göz gezdirdi. Okunacak çok kitap, yazılacak çok dert, derman vardı.

Bir ara arkadaşlarını çağırmak istedi. Yalnızlık onun bazen en zenginliği bazen de tedirginliği idi. Eli telefona gitti.

Bu telefonlar olmadan da binlerce yıl geçmiş, dedi. Hani -kullanıyordu ama- çok da ısınmış mıydı! Olmasa dünyanın bir eksikliği olur muydu Televizyonun tahtı sallanıyor gibi miydi!

Dijital, sanal, hayalî, uzaktan işeğitim gibi şeyleri duyunca da... gülüp geçmekteydi de... dünya başka yerlere mi gidiyordu! Bunların cevabını da bilmiyordu. Hoş; bilse ne olacaktı!

Bunca telâşeden sonra hani bir Yunus var mıydı Karac'oğlan Mevlânâ Âşık Veysel

Ah, Selim Ali!