'İnsan şehirde yüz yıl yaşar da...'

Bilmiyordum...
Neyi
Tolstoy'un müzikle derinden ilişkisini...
İnsanlara olan yorulmak bilmez ilgisinden, tabiata aşkından, inatçı ve ısrarlı inanç yolculuklarından geriye müzikle derinden ilgilenecek pek vakit kalmamıştır diye düşünüyordum.
Tamam, "Kroyçer Sonat" romanını yazmıştı, doğru!
Yasnaya Polyana'daki çiftliğine müzisyenler gelip gidiyorlardı, bunu da biliyordum elbette ama o dönem Rus soyluları ve aydınları için bu tür şeyler olağan hayat tarzıydı...
Yanılmışım...

Besteci olan büyük oğlu Sergey Tolstoy'un anıları bütün bakışımı değiştirdi...
Sergey diyor ki: "Ben hayatımda babam kadar müziği hisseden bir başkasına daha rastlamadım. Babam müzik başladığında her şeyi bırakır, kendini ona verirdi."
Ayrıntılarını yazarım bir gün...
Zaten bu dev yazar hep şaşırtır insanı.
Bu konuda son not olarak şunu düşeyim...
Tolstoy, Kafkasya'da halk türkülerine vurulmuş ve Gürcü, Kalmuk, Tatar, Acem müzikleriyle kurduğu bağ hayatının sonuna kadar sürmüş...

Bir iki kez ara verdim diye, pazar günleri Tolstoy'dan, Dostoyevski'den, Çehov'dan söz etmeye son verip vermediğimi soruyorsunuz...
Hayır, daha böyle sürer gider.
Çünkü bu adamlar, büyük çağ dönümlerinde peşlerini bırakmamamız gereken edebiyat ve hayat patikaları...
Tolstoy'la ünsiyetim farklı; bir tür akrabalık...
Dostoyevski, kafasının içi müthiş fikirler ve ısrarlı şüphelerle dolu ama konuşmaya gelince mızmızlanan bir dostum gibi...
Tolstoy'u sık sık ziyarete gidiyorum...
Dosto ile dışarıda buluşuyor; yine huzursuz, yine yakınmalarla dolu...