İstanbul Bediüzzaman mevlidi

İstanbul, iki kıta üzerine kurulmuş, tarihi çok eskilere, MÖ 2550 yıllarına uzanan Roma, Bizans ve Osmanlı olmak üzere üç imparatorluğa merkez olan, DoğuBatı medeniyetlerine ait eserleri içine barındıran, eşsiz güzelliklere sahip dünyanın sayılı şehirlerden birisidir.

Bu yüzden her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turist, İstanbul'u ziyaret edip onun güzelliğine hayran kalmaktadır.

Hz. Peygamber (asm) asırlar öncesinden "Kostantiniyyeİstanbul bir gün mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onun askeri de ne güzel askerdir"1 buyurarak fethi müjdelemiş, şehrin önemine işaret etmiştir.

İstanbul'un, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilmesinden sonra şanlı ecdadımız Osmanlılar, üç kıtaya yayılan 22 milyon kilometrekareye ulaşan devleti buradan idare etmişlerdir.

Cumhuriyetten sonra devletin idaresi Ankara'ya taşınmış olsa da önemini hiç kaybetmeyen İstanbul, ticaret, sanayi, finans ve maneviyat merkezi olmaya devam etmektedir. 15 milyonu geçen kalabalık nüfusu, yoğun trafiği, ulaşım sıkıntısı, hava kirliliği gibi olumsuz özelliklerine rağmen İstanbul, yine de güzeldir.

Cumhuriyetten önce İstanbul, asırlarca İslâm âleminin hilâfet merkeziydi. Şimdi de İslâm âleminin hilâfet merkezi olma potansiyeli vardır. Bütün dinî cemaat ve grupların, yazılı ve görsel medya organlarının merkezleri İstanbul'dadır. Risale-i Nur'un Medyadaki dili olan gazetemiz Yeni Asya burada basılıp Anadolu'ya ve yurtdışına gönderilmektedir.

İstanbul'un maneviyat yönünden gelişip terakkî etmesi durumunda, bunun güzel sonuçları, hem Türkiye'nin diğer şehirlerine, hem de İslâm âlemine yansıması kuvvetle muhtemeldir.

Asya Kültür ve Medeniyet Derneği ile Yeni Asya İstanbul'un Eyüp Sultan Camiinde geçen Pazar günü düzenledikleri başta Peygamber Efendimiz, (asm) Sahabe-i Kiram, İslâm büyükleri, bilhassa Üstad Bediüzzaman ve vefat eden Nur talebelerinin ruhlarına ithafen okutulan mevlid organizasyonuna iştirak ettik.

Civar illerden gelip organizasyona katılan çok sayıda Yeni Asya okuyucusu, cami avlusunda bir araya gelip kucaklaştılar ve hasret giderdiler. Risale-i Nur şahs-ı manevîsinin tecellisiyle Nur Talebeleri arasındaki müfritane irtibat, uhuvvet ve tesanüd kuvvetlendi. İman hizmetinin daha ileri bir safhaya taşınması için fikir alış verişleri yapıldı.