İran İslam Cumhuriyeti ve Suudi Arabistan Krallığı, yedi senelik bir aradan sonra diplomatik ilişkilerini restore etme kararı aldılar. Çin'in başkenti Pekin'de 6-10 Mart tarihlerinde gerçekleşen müzakerelerde alınan alınan kararlar gereği, iki ülke büyükelçilikleri iki ay içerisinde yeniden faaliyete geçecek. Ayrıca iki ülke, İran'ın reformist Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi döneminde (1997-2005) Suudi Arabistan ile imzalanan güvenlik anlaşması (2001) ve ekonomi başta olmak üzere eğitim, kültür, teknoloji ve sağlık gibi pek çok alanı kapsayan işbirliği anlaşmasını (1998) canlandırmak üzere karar aldı. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in girişimiyle düzenlenen müzakerelere Suudi Arabistan'ı temsilen Devlet Bakanı Musaid bin Muhammed el-Ayban katılırken İran'ı ise Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Şemhani temsil etti. 2016 yılının başında Suudi Arabistan'ın Şii din alimi Ayetullah Şeyh Nimr Bakır el-Nimr'i idam etmesi sonucu İran sokakları karışmış ve Suudi Arabistan'ın Tahran Büyükelçiliği ateşe verilmişti. Bu olay üzerine iki ülke diplomatik ilişkileri kopmuştu. Bu kopukluk en son Pekin'de varılan mutabakata kadar devam etti. Aslında Riyad-Tahran arasındaki müzakereler son iki senedir Irak ve Umman aracılığında devam etmekteydi. Müzakerelerin başarıya ulaşması sonucu yayınlanan ortak metinde iki ülkeye bu süreçte oynadıkları rolden dolayı teşekkür edildi. Ancak anlaşmayı neden Irak ya da Umman'ın değil de denkleme son anda dahil olan Çin'in kotarabildiği sorusu, üzerinde düşünülmeyi hak eden bir soru. Bu soruya cevap ararken, Çin'in küresel hegemonik güç olma vizyonu ve Ortadoğu'ya açılma stratejisini mutlaka hesaba katmak gerekiyor. Neden Şimdi, Neden Çin Çin'in küresel güç olma vizyonunda yakın bir tarihe kadar ekonomik angajmanın ağır bastığı ve Pekin'in siyasi, askeri, diplomatik alanda geri durma stratejisi izlediği sıkça tekrarlanan bir tespittir. Ancak son yıllarda Çin, Orta Asya, Ortadoğu ve hatta Ukrayna denklemlerinde daha görünür siyasi adımlar atmaya başladı. Bunun bir nedeni ABD ile girmiş olduğu süper güç rekabetinin sürekli ertelenen askeri boyutunun yaklaşmakta olması, diğer nedeni ise ekonomik yatırım ve yayılmanın siyasiaskeri alanlarda tahkim edilmesi gerekliliğinin ortaya çıkışıdır. Bu minvalde Çin ile Ortadoğu'nun önemli ülkeleri arasında son yıllarda artan etkileşim dikkat çekicidir. Çin'i bölgeye yönelten en önemli faktörlerin başında elbette yüksek enerji ihtiyacı gelmektedir. Petrol konusunda dışarıya bağımlı olan Çin, hem Suudi Arabistan hem de İran petrollerinin gözde müşterilerindendir. Çin'in dünyada en çok petrol satın aldığı ülke Suudi Arabistan'dır. Suudi Arabistan'ın yaklaşık 1,75 milyon varilgünlük petrol satışının ardından onu günde yaklaşık 1,5 milyon varil ile Rusya takip etmektedir. İran'ın Çin'e sattığı petrolün miktarı ise yaptırımlar sebebi ile resmen saptanamasa da farklı tahminlere göre 750 bin ile 1,25 milyon varil arasında değişmektedir. Bu da İran'ı Çin'in en büyük 3. petrol tedarikçisi konumuna getirirken, İran'ın en çok petrol sattığı ülke de Çin olmaktadır. 2021 yılında Çin ile İran arasında 25 yıllık ve 400 milyar dolar değerinde bir anlaşma imzalanmıştır. Çin ile Suudi Arabistan arasında da yakın dönemde on milyarlarca dolar değerinde pek çok ekonomik işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Peki, Çin'i İran-Suud geriliminde arabuluculuğa iten nedir Cevap, yukarıda ifade edildiği gibi Çin'in ekonomik angajmanını siyasi angajmana tahvil etme ve bu iki boyutun birbirini karşılıklı tahkim etmesi hedefiyle alakalı. Öncelikle Çin'in her iki ülkeyle de iyi ilişkiler geliştirmek istediği tespitiyle başlamak gerekiyor. Tahran ve Riyad arasındaki gerilim dolaylı olarak Pekin'i de etkilemektedir. Bu durum en açık şekilde geçtiğimiz Aralık ayında gerçekleşen Şi Cinping'in Riyad ziyaretinde görüldü. Gerek Pekin-Riyad ikili görüşmeleri gerekse Çin-KİK zirvesi sonrası yapılan açıklamalar, İran-Çin ilişkilerini oldukça gerdi. İran'ın sert mesajlarının ardından Çin'in diplomatik manevraları ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Pekin ziyareti havayı yumuşatmayı başarsa da Tahran-Riyad ilişkileri düzelmediği sürece Pekin'in benzeri yol kazalarına uğraması kaçınılmazdı. Üstelik bu gerginlik, Çin'in iki ülkeyle olan işbirliği potansiyelini de sınırlı bir seviyede tutmaktaydı. Diğer bir yandan ise Çin için aracılık ettiği İran-Suud anlaşması, önemli bir diplomatik başarı ve prestij kaynağıdır. Sürecin kırılgan olması ve dağılma riskleri barındırması