Arslanın ağzı

Üniversitede sınıf arkadaşıydık. Sadece merhabamız yoktu, bayağı hukukumuz vardı. Nasılsa yolda rastlaştık."Ne var bunda" demeyin.Adam müsteşar...Çok iyi bildiğiniz gibi "iş arslanın ağzında". Bir yere 46 kişi alınacak, neredeyse 46 bin kişi müracaat ediyor.Bizim oğlan askerden geldi, aylardır işsiz. Şuna başvurduk, buna başvurduk.I, ıh... Tık yok...Oğlan ha bire sağa-sola hâl tercümesi yazıp yolluyor (şimdilerde sivi deniyor). Ama gittikçe de başı önüne düşmekte, hatta omuzlarının arasında neredeyse kaybolacak.Oğlanın gözümüzün önünde böylesine eriyip gitmesi kahrediyor hepimizi. İşte bu hâllerle eski arkadaşı görüverdim. Ne de olsa ayaküstü bir konuşma bu. Ancak hâl-hatır sorulur o kadar. Önce gerçekten sıcak bir kucaklaşma. Sonra "Ya, görüşemedik, seneler oldu" faslı. Daha sonra "Ee... Ne yapıyorsun bakalım.."Dedim ya ayaküstü.Adam az sonra çekip gidecek. Bunca yıl semtine uğramamışız, bu kadar makam-mevki sahibi olmuş, telefon açıp bir tebrik bile etmemişiz. Bunları bir yana koydum.Gözümü karartıp makinalı tüfek gibi konuşmaya başladım. Memleketin, piyasanın vaziyeti malum. Seni bilmem ama biz geçim derdindeyiz. Kızı kocaya verdik, dişten tırnaktan artırıp oğlanı okuttuk. Ona da bir istikbal olsun hani. Askerliğini yaptı, e tabii evlenip yuva kuracak. Bu zamanda kolay mı, kaç zamandır iş arıyoruz, iş arslanın ağzında.Ben kendimi kaybetmişim galiba. Oracıkta dikiliyoruz. Gelip geçenler, trafik, hatta belki ne bileyim iyi duysun diye kulağına eğilip bağıra-çağıra dert yanıyor da olabilirim. Herif "Nereden çıktı şimdi bu eski arkadaş" diyordur içinden.Neden sonra fark ettim, sıkıntıyla etrafına bakıyor. Hık, mık ediyor. Galiba özel şoförü gelmiş, önü ilikli bekliyor, konuşmamız (yani benim konuşmam) bitsin diye bekliyor.Belki bir şeyler diyecek ama ben fırsat vermiyorum.Finale doğru sesimde dramatik bir ton: Sen şimdi usule aykırıdır falan dersin. Aklından torpil-morpil