Üç boy Paşa kılıcı çiçeği güneşe karşı çekilmiş silah gibi ışıyordu balkonda. Doygun sonbahar ışığı dokularındaki ebrumsu dalgayı daha bir belirginleştiriyor sokaktan gelip geçene kayıtsız kendi geçit alayına hazırlanan genç askerler misali bu üç dal komut alıp veriyordu kendi aralarında. Onun ise aklı mutfakta kalmıştı. Bir dal sakız sardunyasının orta boy kavanoza daldırılmış köklenmeyi beklediğini görmüştü. Erkence dalından koparılmış üç beş ayva onun yanında sıralanmış içten içe büzüşmeye durmuştu. Onların o saltanat sarısından yükselecek burum burum kokuları için daha vakit vardı. Üstelik henüz tüy bile tutmamışlardı. Meraklı bir el koyu yeşillerinin çekimine aldanmış yemekten çok bakılmak için onları buraya getirmişti. Çiçeğine türkü yakılan ayvanın saltanatlı başının önünde o, bazen selam durmayı hayal eder zaman zaman bahçe köşelerinden sarkmış ayva ağaçlarıyla konuştuğunu kurgulardı. Sakız sardunyasının çıtkırıldım bedeni şimdi nazlı bir kuş adımı gibi ona doğru birden hamle yapmıştı. O, bir deniz köpüğünün ömrü kadar süreden sonra tekrar balkona Paşa kılıçlarına baktı.
Sansevieria imiş Paşa Kılıcı çiçeklerinin genel adı diye iç geçirdi. Sanki dedi kendi kendine Latince bir kök olmasa hiçbir bitki ve çiçek var olmayacak. Örgülüsü, burgulusu, nöbetçi asker benzeri dimdik duruşlusu, yana yataklısı, omzu düşüklüsü lakin mutlak keskin ve fakat mutlak mağrur endamlısı Sansevieria'a Kılıç çiçeği yanında Peygamber kılıcı diye de bilinirmiş. Bu bilgilere uzanmak zor değildi. Kılıç çiçeğini anladık fakat bizde halk denilen yaratıcı kudret neyi kime yakıştıracağını iyi bilir. Peygamberden kastın hangisi olduğu meçhul fakat belli ki görüntüsündeki keskinliği yumuşatmak, öfkesini durduramadığından karnına kendi ucunu batıracakmış gibi teyakkuzda olması ilk bakışta ona gönül düşürmeyenleri kendisine çekmek için yakıştırılmışa benzer. O da çocukluğunda meraklı hanımların cam önlerinden eksik etmedikleri 'ıtır'a neden 'hıdır' dediklerini tam anlayamazdı ya. Öyledir, 'hızır'a en yakın sesleniş sayılır ıtır. Şimdilerde, tüyü dökülmüş topal bir kuş görünümlüyken bir çiçekçiden aldığı ve büyükçe saksıdan taşıp balkona kol kanat geren kendi ıtırıma bakıp durmakla avunabilirdi. Hele bir de arada mavi çiçek döktü mü demeyin keyfine. Itır diye bir sahne kadifesi vardır hayata perde açan.
Gerçi bu arada körpe bir ıspanak yavrusu gibiyken aldığı Para Çiçeklerine de kimse bir söz edemez. Tuttuğu yerden yumurtlayıp duran bu güzeller iki saksı halinde bakışıp duruyorlardı balkonda. Sardunyaların ikide bir küsüp solmalarına inat para çiçekleri üredikçe ürüyorlardı işte. Birkaç kez diplerindeki o körpe fideleri nazikçe söküp mini saksılara dikti. Olur ya meraklı bir dost gelirse ona emanet eder kolunun altına sıkıştırırım dedi. O bunları söylerken neredeyse on yıldır yaz kış onu terk etmeyen mor yoncayı da anmalıydı. Şu günlerde mor pembesi çiçekleri fışkırıp duruyordu çapkınca. Akşam olunca güzel bir eteği toplar gibi bir kelebek narinliğiyle yapraklar kapanıp uykuya çekiliyorlardı. Diyeceğim mor yoncaları bir de geceleyin görün. Birbirine sokulmuş yüzlerce kelebeğe benziyorlar. Gündüz şuh gece mahçup halleri var.