Köyde kış, ne yaparsan yap yarı yarıya donmak demekti. Lütfü Hoca, mevsim ayırımı yapmasa da oldum olası soğuktan korkardı. Lütfü Hoca: - Aklımın, kalbimin ve şuurumun birbirleri arasındaki amansız muharebeler çok ürkütücü, bir de bitmek nedir bilmiyor. Bir şekilde bedenimin, ruhumla uyuşmadığı nice saatler boyu kendi kendime yaşıyorum! Anlayacağın epey büyük sıkıntılar içerisine giriyordum zaman zaman. Bazen zaman donuyor, ya da gerisin geriye akıyordu. Sanki dünkü hava paslanıp çürüyor ve yere düşüyor gibi oluyordu. Bu kafa karışıklığı içinde acı ve elemle gün sayıyor, nefsimle mücadele ediyorum. Mübarek hocam, hepsinin üzerine tertemiz bir kar gibi yağdı, kirimi, pasımı örttü, hepten kapattı. Ben anlattıkça, onlardan bahsettikçe, her yan ışıklanıp parıldıyor bembeyaz. - Aman bey! Ben bu söylediklerinden bir şey anlamadım! Hem sonra nasıl anlarım ki Yükseklerdesin hep. - Nerede olduğumu bir bilseydim keşke. İnanmak; bir mübarek insana, bir uhrevi şeye delirircesine, şeksiz, şüphesiz inanmak Bu yüzden beni; yine benim nefsim burada, orada, akla gelebilecek her yerde, susuz ve suçsuz boğmaya çalışıyor. O mübarekten kuvvet alan aklım da ona direniyor sadece Memleketin karlarla kaplı bir bölgesine çıktığı yolculukta, aşinası olduğu beyazlıkla yaşadığı manevi aşkın irtibatını kuruyordu Lütfü Hoca. Aslında kendi kalbindeki "karlı havayla" yüzleşmesine şahit oluyordu. "Akkelebekler havalandı, karlar diyarına geldi" diye başlıyordu bu ak pak sessiz güzellik. Ve o da yalnızca nefis kar manzaralarını değil, asıl olarak bir yürekteki buz kesmiş peyzajı seyrediyordu bir manada Mavi gece, lacivert göğün altında her yer bembeyaz uzanıyordu. Lütfü Hoca ve ailesi kapının önünde durdu. En arkada yürüyen Abdülkadir, hızlandı öne geçti. Ucuna uzunca bir ip bağlı anahtarla asma kilidi açtı. Sanki onlarla birlikte kar kokulu soğuk da içeri doldu. Elindeki fenerle hasırların üzerinden yavaş yavaş ilerledi. Yüzü ta burnuna kadar atkısına gömülü, tiftik başlığı