Enerji jeopolitiğin öznesi haline geldi. O yüzden diyorum ki bir meselenin jeopolitik risk olarak ele alınması için Türkiye'nin etrafında neşet etmesi gerekir. Çünkü enerji burada.Geçtiğimiz hafta Basra'da sıkışanın İran değil, Çin olduğunu yazmıştım. Kızıldeniz'deki sıkışmaya Çin güçlü tepki vermemişti. Çünkü koridor projeleriyle tedbirini almıştı. Ama mesele Basra olunca o denli kayıtsız kalmıyor. Çünkü büyük hazırlıkları dahi yetmiyor. Çin'in politika odağı ticaretten enerjiye kaydı.Jeopolitik risklerden kaçınmak isteyen Çin, yani enerjisiz kalmak istemeyen Çin, şimdi hazırlıklarını artırıyor. Yazımdan hemen sonra 11 nükleer santral inşa etmek üzere 30 milyar dolar civarı bir bütçe oluşturduğu haberlere düştü.Çin en büyük üçüncü nükleer enerji üreticisi. 2035'e kadar 150 yeni santral inşa etmeyi planladığı 2020'de gündeme gelmişti. Enerji bağımlılıklarından kurtulma stratejisini bu yönde belirliyor. Buna karşın Almanya henüz ömrü bitmemişken kapattığı bir santralin soğutma kulelerini yıktı. İtalya, Çin ile alternatif enerji teknolojilerine yönlendi. Avrupa'da şirketlerin kendi nükleer yatırımlarını kendilerinin yapması tartışılıyor.Diğer taraftan Çin tek başına Avrupa'nın toplam elektrik üretiminin yarısı kadar enerjiyi yenilenebilir enerji kaynaklarından üretiyor. Bu büyüklüğün petrol yahut doğalgaz ithalatıyla karşılandığını üretildiğini düşünsenize Enerji fiyatları bugünkünün üzerinde olurdu. Ama kendi ölçeğinde bu üretim hacmi dahi küçük kalıyor. Çin enerjisinin 50'den fazlasını kömürden karşılıyor. Bunda da gene kendi kaynaklarına yaslanıyor. Yenilenebilir enerji üretimi arttıkça kömür ithalatı azalıyor. Bu durum Çin'in yenilenebilir enerjiyi kömüre alternatif olarak gördüğüne işaret ediyor olabilir. Belki nükleer enerji yatırımlarını da petrole alternatif olarak görüyordur. Bu kadar sistematik midir, gene de bilmiyorum.Diğer taraftan dünyayı şaşırtan gelişme enerji zengini Suudi Arabistan'ın yenilenebilir enerji yatırımlarını artırma planı oldu. Gerçi enerji fakiri Avrupa'nın nükleer santrallerini yıkmasından daha az şaşırtıcı bulunmalıydı, ama sanırım enerjinin nasıl kullanıldığı bilinmiyor.Suudi Arabistan 2030'a kadar enerji ihtiyacının yarısını yenilenebilir enerjiden karşılamayı planlıyor.Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri kendi ölçeklerinde ürettikleri enerjinin en büyük tüketicisi durumundalar. Bu durum normal gelebilir ama öyle değil. Az nüfuslu bu ülkelerde enerji talebi yüksek olan, ısıl işlem gerektiren yatırımlar falan da yok. Bu ülkeler enerjiye çok fazla ihtiyaç duyuyor çünkü su ve soğutma ihtiyaçları büyük.Suudi Arabistan ürettiği petrolün üçte birini deniz suyundan tatlı su elde etmek için (desalinasyon) kullanıyor. Yani Suudi Arabistan'da su çok maliyetli. Yenilenebilir enerji, arıtma teknolojileri değişmeyecekse bu maliyeti aşağı çekmenin şimdilik tek yolu.Fakat mesele bununla sınırlı değil. Ülke kabuk değiştirmek istiyor ve yenilenebilir enerji bu değişimin önemli bir parçası.Şehirlerin gelecekte nasıl değişeceği hususunda Suudi Arabistan dünyaya rol model olmaya hazırlanıyor. Şehirlerden önce otomotiv endüstrisi direksiyonu kırdı bile.Yakında tüm şehirler ve sosyolojiler değişecek. Eğer dünya geriye değil, ileriye giderseGerçi ilerici değişim sahipsiz demokrasilerde olacak iş değil gibi görünüyor ya neyse Geriye gidişse bu tür demokrasilerde tam kaosSon yazılarımda mesele dönüp dolaşıp demokrasilere geliyor, farkındayım. Sanki değişimi sürüklemekte demokrasiler artık zaafa düşüyor gibi görünüyor. Bu demokrasinin küreselleşmeyle iç içe geçmiş olmasından kaynaklanıyor. Sanki ulus devlet dinamikleri ve konsolide eden siyaset hayatta kalmanın yeniden bir gereği haline geldi. Bu ne zaman ihtiyaç olsa Türkler bunalıyor gerçi. Gene de ihtiyaçları analiz